Özellikle yabancı para ile akdedilen sözleşmeler açısından yabancı parada meydana gelen artışlar diğer bir ifadeyle Türk Lirası’nda meydana gelen değer kayıpları nedeniyle geçmişten bugüne uyarlama davalarına konu olmuştur.
Uyarlama davası, basit anlatımla, taraflardan birinin mahkemeden, değişen koşullar nedeniyle hakimden sözleşmeye müdahale etmesini isteme olarak nitelendirilebilir.
Hukukumuzda kural olarak ahde vefa ilkesi benimsenmiştir. Bu ilkeye göre esas olan tarafların iradesi ve sözleşme ile bağlı olmalarıdır. Buna göre taraflar akdettikleri sözleşme ile bağlı olup iyiniyetli olarak yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir. Ancak ahde vefa ilkesinin katı bir biçimde uygulanmasının sakıncaları bulunmaktadır. Uyarlama davası bu sakıncaları bertaraf etmek için öngörülen istisnai yollardan birisidir. Dolayısıyla uyarlama davaları istisnai olarak başvurulması gereken bir yöntemdir.
Öncelikle kira sözleşmeleri açısından Türk Borçlar Kanunu’nda özel bir düzenleme bulunmaktadır. TBK.nun 344.maddesinden yer alan düzenleme şu şekildedir;
Sözleşmede kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmışsa, beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamaz. Ancak, bu Kanunun, “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138 inci maddesi hükmü saklıdır. Beş yıl geçtikten sonra kira bedelinin belirlenmesinde, yabancı paranın değerindeki değişiklikler de göz önünde tutularak üçüncü fıkra hükmü uygulanır.
Ancak bu düzenleme kiracısı tacir olan kira sözleşmeleri açısından 01.07.2020 tarihinden sonra yürürlüğe girecektir.
Bununla beraber, TBK genel hükümler bölümünde aşırı ifa güçlüğü başlığı altında uyarlama davası ile ilgili düzenlemeye yer verilmiştir. TBK 138.maddesi şu şekildedir;
“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”
6101 Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun ile TBK.nun 138.maddesinin görülmekte olan davalara da uygulanacağı öngörülmüştür. Dolayısıyla TBK 138.maddesi tüm sözleşmelere uygulanabilir durumdadır.
TBK 138.maddesine göre uyarlama davası açılabilmesi için öncelikle taraflarca öngörülemeyecek bir durumun ortaya çıkmış olması gerekir. Yine bu durumun borçludan kaynaklanmaması gerekir. Bu bakımdan borçludan kaynaklanan nedenler uyarlama davasına konu edilemeyecektir. Öngörülemeyen durum nedeniyle edimler arasındaki dengenin sözleşmenin ifası anına göre bozulmuş olması gerekir. TBK 138.maddesinde öngörülen düzenleme iyiniyet kuralına dayanmaktadır. Buna göre borçludan edimini ifade etmesini beklemek iyiniyet kuralına aykırı düşmelidir. Dolayısıyla edimler arasındaki dengenin önemli ölçüde bozulmuş olması gerekir. Son olarak edimin ifade edilmemiş olması yahut ifa edilirken hakkın saklı tutulmuş olması gerekir. Diğer bir deyişle uyarlama davası açma hakkı saklı tutulmadan ödenen borçlar dava kapsamına girmeyecektir.
Tüm bu koşulların varlığı halinde borçlu mahkemeden sözleşmenin değişen koşullara göre uyarlanmasını, hakimin sözleşmeye müdahale etmesini isteyebilecektir.
Türk Lirasında meydana gelen değer düşüşleri açısından yukarıda ifade ettiğimiz unsurlardan en önemlisi “öngörülemezlik” tir. Yabancı para içeren sözleşmelerle ilgili uyarlama davası açılabilmesi için Türk Lirasında meydana gelen düşüşlerin öngörülemez olması gerekir. TBK nun yürürlük tarihinden önce Yargıtayca verilen kararlarda istikrar oluşmuş durumdadır. Yargıtay istikrarlı bir biçimde ülkemizde geçmişten bu yana ekonomik krizler olduğunu, Türk Lirasının değer kaybettiğini, dolayısıyla Türk Lirasının değer kaybetmesinin öngörülemeyecek bir durum olmadığını kabul etmektedir.
Diğer taraftan Yeni Türk Borçlar Kanunumuz 01.07.2012 yürürlüğe girdi. Türk Borçlar Kanunumuzun 138.maddesinin 2.fıkrasına maddenin yabancı para borçlarında da uygulanacağı öngörüldü. Bu madde 138.maddenin 1.fıkrasında açıklanan koşulların oluşması halinde yabancı para borçları açısından da aşırı ifa güçlüğünün olabileceği şeklinde değerlendirilebilecektir. 2012 yılından bu yana günümüzde olduğu gibi Türk Lirasının yabancı para karşısında aşırı derecede değer kaybetmesi ile karşılaşmış değiliz. Ancak Yargıtay 2012 kanundan yürürlüğe girmesinden önceki bir davaya kanunu uygulamak suretiyle Türk Lirasındaki değer kaybının öngörülemez bir durum olmadığına hükmetti.
“2-)Davacının, davalı bankadan 120.000,00 TL ve 80.000,00 TL karşılığı 11.550.000,00 ve 80.050.000,00 JPY dövize endeksli konut kredisi kullandığını ve ilk taksitin 2008 tarihinde başladığı hususları tartışmasız olup, davacı Japon Yeni’nin TL karşısında aşırı değer kazandığını ve bu suretle işlem temelinin çöktüğünü ileri sürerek uyarlama talebinde bulunmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki taraflar arasında düzenlenmiş bulunan sözleşmeye bağlılık esas olup, sözleşmenin uyarlanması ise uyarlama koşullarının varlığı halinde başvurulması gereken istisnai bir durumdur. Her şeyden önce sözleşmenin imzalanmasından sonra beklenmeyen olağanüstü durumların gerçekleşmesi, sözleşmenin uzun süreli olması, beklenmeyen olağanüstü durumların herkes için geçerli, objektif ve önceden belirlenemeyecek nitelikte bulunması, değişen koşulların sözleşmeyi çekilemeyecek hale getirmesi bu suretle işlem temelinin çökmesi zorunludur. Dava konusu olayda davacının başlangıçta seçme özgürlüğü varken TL yerine döviz bazında konut kredisi kullandığı, bir başka deyişle serbest iradesiyle kredinin türünü belirlediği anlaşılmakta olup, davalı banka elemanlarının davacıyı yönlendirdiği iddiası ispatlanamamıştır. Öte yandan ülkemizde zaman zaman ekonomik krizlerin vuku bulduğu ve bu bağlamda dövizle borçlanmanın risk taşıdığı da toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bilinen bir olgudur. Davacı, bu riski önceden öngörebilecek durumda olmasına rağmen dövizle kredi kullanmış bulunmaktadır. Kaldı ki, eldeki dava konut kredisi geri ödemesinin başladığı tarihten üç yıl sonra açılmış olup, bu durumda davacının sözleşmeyi benimsediğinin kabulü gerekir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde davaya konu olayda uyarlama koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, değinilen bu yönler gözetilerek uyarlama talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir.” YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2016/7269 K. 2017/8431 T. 21.9.2017
Kuşkusuz ki, Türk Lirasındaki hareketlilik uyarlama davalarının artmasına neden olacaktır. Bu bakımdan son günlerde gerçekleşen gelişmelerden sonra öncelikle üst mahkeme içtihatlarının ne şekilde gelişeceğini gözlemlemek gerekiyor.